İktidar, hekimi otorite ve hiddetin çengeline yerleştirerek onun simgelediği tüm iyiliklere öfkesini yönlendirir.
Sis ve Sus Ülkesinden üç canım can, üç güzel insan, üç hekim, bizi, artık onların yaşamadığı bir dünyada daha umutsuz, daha çaresiz bırakarak sonsuzluğa uğurlandılar.
O buruk noktaya gelesiye tüketilen umutları, katlanılan acıları, ertelenen baharları hangi sağlıkçı bilmez. Hekimin; günleri, gecesi-gündüzü, tıp eğitimi denilen, herkesin yaşadığı dünyadan bir pencere bir kapı uzaklıkta geçer gider. Sadece hastaların değil , hayatın yaşanabilir iyilikte olmasını ister. Dinleyerek, aklını ve bilgisini kullanarak sorunların çözülebileceğini öğrenir. Sorumluluk sahibi olmaktan daha ileri , sorumluluklarının tutsağıdır. Bazılarının çok iyi gözettiği, kendileri için hazırladıkları geleceği pek göremez, çünkü hep iyimserdir. Okul biter, diploma Hipokrat’ın elinden alınır. Evet açıkça böyledir, aradan binlerce yıl geçse de hekimleri yönlendiren ilkeler değişmemiştir. Binlerce yönetici, düşünce sistemleri, üretim ve yönetim modeli gelip geçse de, birçok tıbbi yenilik ve ürüne sahip olsak da, hekime düşen görev ve sorumluluklar hep aynı kalmıştır. Yani hekim kötü yönetilen toplumlarda, yönetenler tarafından seytanlaştırılır ve ortaya bırakılır.
İktidar, hekimi otorite ve hiddetin çengeline yerleştirerek onun simgelediği tüm iyiliklere öfkesini yönlendirir. Oy verenlerin isteklerini sonuna kadar karşılayacak emek nasıl olursa olsun, neye patlarsa patlasın ,’ hizmet’ adı altında verilecektir. Şaşkınlaşan, bir tuzağa yakalandığını farketse de iyimserliğini yitirmemeye çalışan hekim, etrafında giderek solan renklere alışmaya çalışır.
Gezi’de, 36 saat görev yapan polislere ödüller yağdıranlar , haftada en az iki kez 36 saat rutin, aralıksız görev yapan sağlıkçıyı görmezden gelirler. Çalışma koşulları ne yazık ki Sisifos’un cezası kadar ağırdır; koca bir yük, giderek güçsüzleşen kollar , sevgisizliğin dik yamaçları.
Hekimleri, kendi canlarına varıncaya kadar yok eden bu sağlık sistemi ne halka ne çalışana yarar sağlamıştır.
Ondört yıldır AKP ile temsil edilen sermaye yönetimi, oy ve rant kaynağı olarak sonuna kadar kullanmaya niyetli olduğu sağlık alanında, sağlık çalışanını horlamış, kıyası
ya yıpratmıştır.
İktidarlar sağlık sorunlarını çözmekten sözederken nedense dönüpte bir kez bakmaz sağlıkçının yorgun yüzüne .
Kamçılarını devrederler yalnızca birinden ötekine. Çalışanların onca sorununa, istek ve beklentilerine teleskobik uzaklıkta kalırken 184 ile cehaletin kadeh tokuşturan sorgusunu başlatırlar.
Siyaseti kefen giyerek, minareleri süngü yaparak yola çıkanların anlayabilecekleri sorunlar değildir bizim yaşadıklarımız.
Dört mevsimi tek siyasi iklimde, korku ve çaresizlikle yaşayan çalışanlar, elbette uyum sağladıkları bu düzeneğin kendilerini bir şekilde yok ettiklerini fark edeceklerdir. Sevgi Soysal ‘ın dediği gibi; zulüm, seyircisi en az olan oyundur.
Gerçekten zorlanarak ta olsa insan zamanla otoritenin yanında yer alıp , baskıların haklı gösterilen gerekçelerine teslim olabilir.
Özgürlüğünü ve kişisel varlığına ait en doğal haklarını başkalarının yok saymasına direnç gösterecek gücü kaybeder.
Bazıları ise dinledikleri nutukların bitmeyen sarhoşlukları ile , hakkımı arıyorum diyerek, hizmette kusur edenlere gereken cezayı anında infaz ediverirler. Tabancalar , bıçaklar, muştalar artık suç aletleri değil, cezalandırma gereçleridir..
Yiten canlar için, “birilerine ibret olsun” diye bağıranlar çıkar. Şiddet, hoşgörüsüzlükten aldığı kıvılcımı yangınlara taşır.
Seçimden seçime, tekrar tekrar kazananlar, burunları Kaf Dağında olsa da söylemleri gaf yığınlarından ibarettir.
Birgün, hayata birkez bakabilecek gücü bulamadığımızda, karanlığı gecede değil, zindanda yaşadığımızı anlayacağız.
Pervasız sömürü çarklarında yitip giden değerlerimiz için yine en fazla bizler üzüleceğiz. Haksızlıklara karşı direnemeyenlerin, sadece haklarını değil, onurlarını da yitirdiğini asla unutmamalıyız.